top of page
Yazarın fotoğrafıTunca TUTKUN

90’LAR SÖZLÜĞÜ

Güncelleme tarihi: 3 Şub 2023

90’lar, biz 90’lar çocukları için izleri bugün bile devam eden, kimi gülümseten kimi hüzünlendiren olaylarla dolu, birçok ilkleri yaşadığımız / gördüğümüz unutulmaz bir on yıldı. Ama öyle bir on yıldı ki, 2000’lerin ilk çeyreği biterken hala “90’lar objeleri” ayrı bir özenle saklanıyor, 90’lar partileri hınca hınç doluyor, o dönemin şarkıları tekrar tekrar yorumlanıyor ve nerede o döneme ait bir obje görülse, tatlı bir tebessümle gözler buğulanıyor. Hele o dönemde çıkan şarkıcılar, posterler, kartpostallar… Bu yazıda 90’lar denildiğinde akla ilk gelen ve o döneme özel ilk objeler veya kişileri hatırlatmak istedim.


0-900:


146: İnternet henüz yeni yeni evlere girdiğinde, telefon hattına bağlanıyordu ve numarası da 146’ydı. Bıjı bıjı vuvuvuvu vujjj bıjvıvıvı seslerinin arasında bağlanılıyordu ve özellikle geceleri aile uyurken gizli gizli internete bağlanmak istendiğinde o ses yüzünden karın ağrıları çekiliyordu. İnternete bağlanmak meseleydi ve telefon hattından bağlandığı için telefon sürekli meşgul çalar, ailenin bireylerinden biri telefonla konuşacağı zaman internetten çıkılması istenirdi. Tabi gelen telefon faturalarının kabarıklığının haddi hesabı da olmazdı.


900’lü hatlar: Bir dönem PTT’nin ailelerin yuvasına incir ağacı dikmek için uygulamaya koyduğunu düşündüğüm uygulama. Bunlar sanatçıların ses kaydı ile doldurulmuş para tuzakları olup; benim gibi safsalak, ünlü delilerinin babalarının cebine tutulan ateşti. Dönemin tüm sanatçılarına atanmış bir 900’lü numarayı aramak suretiyle o sanatçının banda kaydedilmiş iki üç dakikalık konuşma sesini dinlerdik ve misal Aşkın Nur Yengi’nin o gün pazardan bir kilo patates almasına filan sevinirdik. Aslında biz buna sevinirken bir yandan telefon faturalarını kabartan bir kandırmasyon uygulamasıydı. Aşkın Nur Yengi’den Ajda Pekkan’a, Tarkan’dan, Zeki Alasya-Metin Akpınar’a kadar her sanatçının bir 900’lü hattı vardı. Sonraları yasak geldiydi galiba, sonra işlevi porno hatlarına dönünce de toptan bıraktık. Bazılarımız hemen her çıkan sanatçıyı arar ve fatura zamanı bolca dayak yerdi (Ehem!)


A:


Abone dansı: 80'lerin sonunda arabesk furyası sona ermeye başlayıp pop müzikte atılımlar hız kazanırken, Turgut Özal’la başlayan liberal ekonominin bir uzantısı olarak özel kanallar ardı ardına açılmaya başlamış, bunun etkisi kaçınılmaz olarak müzikte kendini göstermişti. Cıstaklı, bol klavyeli, anlamlı ya da anlamsız sözlerle 32 tekrar nakaratlı ve artık denetime girmesine gerek olmayan şarkılarla beraber imaj çağı başlarken, batılı muadillerini ülkelerinde yaşatmaya çalışan vizyoner şarkıcılar görünüm ve danslarıyla hepimizi 90’lar pop müzik denilen olguyla tanıştırmıştı. Daha önceleri Türkçe sözlü hafif müzik olarak hafif burun kıvrılarak sunulan bu müzik artık pop müzik olarak anılmaya başlamış ve yarattığı patlamayla birlikte hayatımıza sökün eden popçuların başında gelen isimlerden Yonca Evcimik’in 1991 yılında Abone şarkısıyla birlikte dansını da hayatımıza sokmuştu. O zamanlarda bu kadar ses getireceği ya da kalıcı olacağı ön görülmüş müydü bilinmez ama bu dans 2023’te hala 90lar partilerinin vazgeçilmez danslarından. Tarif etmeye çalışayım: şarkının “Aboneyim abone, biletleri cebimde, ballı lokma tatlısı, aman hadi hayırlısı” nakaratında, elleri önce sağ yanımıza iki kere şak şak sonra sol yanımıza iki kere şak şak vurup, ardından bir eli alna bir eli karna koyup kıvrılarak aşağı iniyorsunuz, bunu iki kere yaptıktan sonra “aman hadi hayırlısı” derken önce sağ elle sonra sol elle havada dalga hareketi yapıyorsunuz, oluyor size Abone dansı…


Ah Kızlar Vah Erkekler: Levent Erim ve Özlem Savaş tarafından sunulan, türlü performans oyunlarıyla kadınlarla erkeklerin birbirine karşı yarıştığı, yarışmacıların havuzun kenarına dizildiği, sırım gibi mankenlerin de seyircilerden düşük puan alan yarışmacıları ittiği aralara skeçlerin ve esprilerin sokuşturulduğu bir yarışmaydı. Yüzme bilmeyen yarışmacıya can simidi takılır, öyle suya itilirdi. Eğlenceli performans yarışmasıydı.


Ajlan: 90’ların en kült tek albümlük gruplarından Ajlan-Mine’nin Ajlan’ı 1999 yılında geçirdiği trafik kazasıyla aramızdan ayrılsa da bugün bile ismi anılan unutulmazlardan oldu. Aynı zamanda Erol Büyükburç’un kızı olan Ajlan’ı parlak bir gelecek beklerken, yeni aldığı ehliyetiyle gittiği yolda- üstelik yakın zamanlı bir röportajda- “en büyük korkum trafik kazası” dedikten bir hafta sonra mıcırlı yol nedeniyle kaybettik. Geride “Tutunup Kendime” isimli şahane bir albüm, videolarda dinlediğimiz şahane caz vokali ve sayısız güzel anı kaldı. Halen 90’ların en üzücü kayıpları arasında yer alır.


Alçı kalıpları: Aslında birbirinden çirkin ama, yokluktan olsa gerek, gözümüze güzel görünen bu kalıplar, resim derslerinde öğretmenlerin sıkıştıkça verdiği ödevlerin konusu olurdu. Genellikle plastik olan kalıpların üzerindeki resimlerin renkleri kaymış olurdu hep, çok çirkinlerdi. İçlerini alçıyla doldurur, güneşte kurutur, kırmadan çıkarmaya çalışır, suluboyayla boyardık. Kırılanları tebeşir niyetine yere seksek çizmek için kullanırdık.


Alcatel: Cep telefonların çağrı cihazları ile bilinen cep telefonları arasındaki döneminde çok moda olan ilk cep telefonu örneğiydi. Telsiz telefon/cep telefonu/çağrı cihazı kırması bir arkaik modeldi ve küçücük ekranı vardı ve mesaj yazmak yıllar sürüyordu, hele yanlış bir şey yazdığınızda geriye dönüp o yanlışı düzeltmek işkenceydi ama sonuçta yenilikti ve her Alcatel sahibi statü sahibi kabul edilirken Alcatel’i olmayanı “vaaovv” ettiriyordu. Her anne babada vardı.


Alf: İşi gücü evdeki kediyi yemeye çalışmak olan, ailenin babasını çıldırtmakta mahir, herkesin sinirini bozmakta usta uzaylı yaratığın maceraları bir dönem hepimizi televizyonların başına kilitlemişti. Çok meşhurdu, oyuncakları filan satılırdı ve genellikle herkesin de evinde olurdu. Sinir bozuculukta Garfield yokken Alf vardı. Müşfik Kenter seslendirirdi.


Altın Rehber: Minnacık yazılarla tüm şehrin telefon numaraları elinizin altındaydı…


Andımız: Okullarda her Pazartesi genellikle yüksek sınıfların en çalışkan öğrencisine okutulan ve ne kadar çok bağıra çağıra okursan o kadar iyi anlayışından hareketle okuyanın sabah sabah feryat figan okuyup tekrarlattığı okul rutini.


Arena: Uğur Dündar klasiği Arena’nın 90lı yıllarda tek derdi ekmek fırınlarını basıp böcek bulmak, hijyenik kurallara uymayan pastaneleri kapattırmak, sahiplerine fırça kaymak filandı, bir tanesinde bir fırında duvarda gezen böceği gören Uğur Dündar, fırının sahibine “hacı bu ne?” diye sormuş, adam da “Uğur bey siz eğitimli insansınız, bu böcek buraya Güney Afrika’dan bir muzun içinde geldi” diyerek sadece Uğur Dündar’ın değil, herkesin aklını almıştı. Keşke şimdi o zamanda yaşıyor olsaydık da Uğur Dündar’ın tek derdi küflenmiş yoğurt dolu kapları ifşa etmek olsaydı.


Atari: Bilgisayar oyunları bu kadar gelişmemişken, 80’lerde ortaya çıkmış dev oyun konsolları artık boyutu kompaktlaştırılmış atarilere evirilmişti. Oyunlar naifti, grafikleri yerlerdeydi, süresi kısaydı ama oynamalara doyamazdık. Tenis, boks, karate gibi sporlardan (siyah ve beyaz iki kolun birbirini alt etmeye çalıştığı boks oyununu hatırlayan?), araba yarışlarına (arabanın tünele girince iki çizgi haline geldiği araba yarışını hatırlayan var mı?) türlü türlü oyun, türlü eğlence. Joystick’le oynanırdı, bugünkü çocuklar joystick ne demek onu bile bilmez.


Atari Salonları: Okuldan kaçınca soluğun alındığı, genellikle Street Fighter filan oynanan, zamanki çocukların yer yer piyasa da yapma yeri olan, şimdiki İnternet cafelerin / Play station cafelerin atası sayılan oyun merkezleri. Harçlıkların çabucak bitmesine yol açardı.


Ay Dansı: Michael Jackson efsanesinin yarattığı, ergenlik emareleri gösteren her gencin hayatında en az bir kez yapmaya çalışarak kendini rezil ettiği, ayakların böyle garip bir şekilde sürterek fıtı fıtı fıtı diye geriye doğru yürüme şeklinde yapılan bir dans hareketiydi.


B:


Bandana: Renk renk, desen desen, kafalara sarılan mendilimsi aksesuar. Sanırım Çelik olmuştu ateşleyicisi, “ateşteyim ateşte ateşte” diye diye…


Batik tişört: Kumaş boyası, iplik ve istediğiniz desene bağlı olarak taş kullanarak yapılabilen, şimşek desenli batik tişörtler 90larda pek modaydı. Evde yapılmaya kalkıldığında tüm mutfak, tencereler, çamaşır makinesi, banyo küveti filan bir daha iflah olmazdı, her yer boyanır batar, anneler ağlardı, gençler evlerinde batik tişört yapmaya kalkmasındı, hazır olarak alsındı… Yıllar sonra kendi yaptığım batik tişörtü (tüm görüntü kirliliğine rağmen) arz ederim.


Bel çantası: Modern, pratik, renk renk, çeşit çeşit, içine cüzdan, çakmak, ruj, tarak, cep telefonu vs. her şeyi koyabileceğiniz, kemer gibi belinize geçirerek kullandığınız, kıyafetlerinizin tamamlayıcısı, eşya taşıma aparatı. Bazılarının cep telefonu bölmesi bile vardı ve insanlar “vaaov” olurlardı.


Bendeniz: Sene 1993 yılını gösterdiğinde esmer küt saçlı bir kız girdi hayatımıza, tam pop çağının hızlandığı bir dönemde çıkan bu esmer kız, bir yandan ekranlardan / radyolardan “Ya Sen Ya Hiç” derken, bir yandan da abajur kıyafetiyle imaj çağını ateşliyor, sadece bizde değil dünya çapında da ses getiriyordu. O sene klip MTV’de yayınlanan ilk Türkçe klip oldu.


Bir Başka Gece: “Bu gece, bu gece, biiir baaaşka geeeceee…” melodisi geldi kulağınıza değil mi? Cuma geceleri Çetin Çeki ve Ceylan Saner sunumuyla yayınlanan bu müzik eğlence programı gibisi gelmedi. Yıllar sürdü. O dönem Nazan Öncel’den Yonca Evcimik’e yeni yetme kim varsa ilk bu programda çıkıp şarkılarını tanıttılar. İçinde Yasemin Yalçın’lı skeçler, eğlenceli yarışmalar, bolca müzik, Yasemin Bozkurt’lu söyleşileriyle tam bir müzik eğlence programıydı. Sanatçılarla müzikleri ve albümleri hakkında sohbet edilir, izlemesi sıkmaz, en yeni şarkılar çalınır, şarkı ve söyleşi aralarında gerçekten komik ve güldüren skeçler verilirdi (Gülelim, gülelim eğlenelim). Yok artık böyle programlar…


Blok Flüt: Okullarda müzik derslerinin vazgeçilmez eşlikçisi, her okul çocuğunun gerek Süper Baba dizisinin müziği olsun, gerekse Mustafa Sandal şarkıları olsun, gerekse Ilgaz Anadolu’nun olsun fürülü fürülü çaldığı, bir devrin ya müzikten büsbütün soğumasına ya da müziğin direkt içine girmesine yol açmış efsanevi okul gereci. Renkli renkli olurdu. İtinayla çantaya konur, pamuk takılı kalemle içi temizlenirdi.


BMX bisiklet: Her çocuğun rüyalarını, her gencin düşlerini süsleyen 90ların bisiklet markası… Tekerlekleri kırmızı ya da mavi olurdu.


Bu Akşam Ölürüm: 1998 yılında Murat Kekilli’nin ortaya çıkarıp, sözleri nedeniyle insanları intihara sürüklediği gerekçesiyle bolca eleştirilirken, şehir efsaneleri halinde söyleyen şarkıcının intihar ettiğine dair dedikodularla zamanla kült mertebesine çıkarılmış, depresif ama fenomen olmuş şarkı. Reha Muhtar öncesinde ekranlardan “Bana bak Kekili misin tekili misin, utanmıyor musun insanları intihara sürüklemeye?” diye bolca çemkirmiş, akabinde şarkı ödül üstüne ödül alınca Murat Kekilli’yi programına davet edip övgülere boğmuştu. Sonuçta şarkı fenomen oldu. Murat Kekilli de hala müzik yapıyor.


C:


Cep telefonu: Çağrı cihazlarından sonra hayatımıza en büyük yenilik artık sabit telefona mahkum kalmadan her yerden iletişim kurmanın en kolay yolunu sunan cep telefonları oldu. Üstelik şimdikiler gibi beş saatte bitmezdi pili, bir iki gün sürerdi ve çok dayanıklıydı. Tabi 90'lardaki ilk cep telefonu örnekleri takoz gibiydi ve antenleri kocamandı, adı cep telefonuydu ama o antenler yüzünden cep sığmazdı. Ericsson markası bir devrin fırtınalar estiren cep telefonu markasıydı.


Cin Ali: Bir dönemin çocukları içinde gizli bir psikopat yetiştiyse, bunda Cin Ali’nin her okuyan her çocuğu “iyi iyi”, “güzel güzel” psikopatlaştırması vardır. Çöp adam klasmanında en tepe noktada yer alan Cin Ali’nin serisinde, bilhassa “Cin Ali’nin Topacı” öyküsündeki betimlemeleri okuyunca iyi kurtarmışız kendimizi diye düşünmedim değil.


Ç:


Çağrı cihazı: 80'lerde ve 90'ların başında kullanılan cep telefonunun atası sayılabilecek, özellikle babaların bel çantalarında yer alan iletişim cihazı. Tek yönlü çağrı cihazı yalnızca ileti alırdı. Bu mesajlar genellikle yalnızca birkaç basamaklı olup, sayısal veya alfanümerik olabilirdi. Sinyalin en yaygın kullanımı, gönderenle temasa geçebilecek biriyle iletişime geçmekti. Tipik olarak, tek yönlü çağrı cihazına gönderilen sayfa yalnızca telefon numarası içerirdi. Çağrı cihazı bulunan alıcı, alınan kişiyi gönderenle iletişime geçmek için arayabilirdi. Gelişmiş sürümler kısa mesajlar gibi daha fazla metin görüntülemek üzere güncellenmişti. Kısa mesajları iletmek ve almak için iki yönlü çağrı cihazları da geliştirilmişti. 1990’ların ortalarından itibaren önce iki yönlü çağrı cihazları sonra cep telefonları yaygınlaşınca kullanımdan kalktı. Çağrı cihazları en çok hastanelerde, doktorlara veya hemşirelere acil müdahale gerektiğinde kullanılırdı. Diğer birçok işveren, iş arkadaşı veya çalışanlarla bağlantı kurmak için tek yönlü çağrı cihazı kullanırdı.


Çarkıfelek: Henüz Mehmet Ali Erbil tarafından sulandırılmamışken, Tarık Tarcan tarafından sunulan, harfleri çevirenin ise manken Yasemin Koşal olduğu kendi halinde ama çok büyük izleme oranlarına ulaşan bir yarışmaydı. Harf kutuları otomatik olmadığı için, Yasemin Koşal’ın kutuları tek tek çevirerek açması yarım saat sürerdi neredeyse, özellikle uzun cevaplı sorularda.


Çay Bardağında Rakı: İlk kez Ferdi Tayfur’un 1992 yılında “Emmoğlu” klibinde gördüğümüz, sonra günlük hayatımıza giren rakı içme şekli. 90’ların simgelerinden olmuştu daha sonra.


Çelik: Devir değişmeden, e tabi Çelik de değişmeden önce, kafasında bandanasıyla, üzerinde iPhone ara yüzü konseptli kazağıyla (iPhone’a ilham bile olmuş olabilir) farklı bir soluk olarak çıkmıştı Çelik. Aslında tek albümlük kült gruplardan İzel-Çelik-Ercan’ın hiç dans edemeyen aslan yelesi saçlı üyesiydi ama 1993 yılında kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdi ve “dum kah kah” diyerek bir girdi hayatımıza tam girdi. Hele ikinci albümü ve bilhassa Hercai şarkısıyla 90’lar gecelerinin vazgeçilmezlerinden.


Çevirmeli Telefon: Telefonlarında tek tuşla arama özelliğinin olduğu yıllarda doğanlar, o uzun telefon numaralarını çevirirken (evet fiilen de o kadranı çevirirken) numaranın 1 ya da 9 olmasına bağlı olarak çırrrık ya da çırrrrrrık diye çıkan çevrilme sesini bilmezler. Hele tam o tam turun bitmeye yakın yanlış numarayı çevirdiğimizde telefonu kapatıp bütün süreci baştan alma işkencesini hiç bilmezler.


Çılgın Bediş: 90’lı yılların Yonca Evcimik fırtınası sadece müzikte değil, televizyonda da esti, Yonca Evcimik’in başrolde olduğu, bir çizgi diziden uyarlanan dizinin her karakteri ayrı fenomen oldu. Oktay’ı, Banu’su, Mefharet’i ile her tipleme ayrı bir sevildi. Dizi gülmece dizisiydi, ama son bölümde manasızca Bediş’i havaya uçurarak hepimizi hüzünlere gark edip sona ermişti. Müziği ne zaman çalsa, anında durup teyakkuza geçen birisi varsa, bilin ki o bir 90’lar çocuğudur.



D:


Deniz Topu ve Deniz Yatağı: Ailecek gidilen denizli tatillerin olmazsa olmaz aksesuarı. Renkli çizgili bu toplar genelde baba tarafından şişirilir, elden kaçırılıp da akıntıyla uzaklaşırken arkasından bakıp ağlanırdı. Bunun ekürisi deniz yatağı vardı, kardeşler arasında ilk kim binecek kavgasının sebebi olurdu. Çoğunlukla çok geçmeden patlardı. Şişirmek ayrı bir sorundu.


Deri ceket: 90'lar modası dendiğinde tüm gençlerin favorisi ve 90l'ar modası dendiğinde akla ilk gelen ceket. Gerek kızlarda gerek erkeklerde siyah deri ceket giymek statü sembolü gibi bir şeydi. Giyene serseri bir hava verir, özellikle genç erkekler giydiğinde kızlar “vaoov” der, deri ceketi olmayan erkeklerin boyunları bükülürdü. Özellikle bol olması makbuldü.


Dershane: Yarışa sokulur gibi gencecik beyinler 14678 tane sınavı kazansın da komşunun çocuğundan daha iyi bir okula gitsin diye okula ek olarak haftasonu sabahın köründe gidilen ve okul derslerine takviye olarak bir de sınav tricklerini de öğreten kurumlar olması yanında, çocuklar için çalınan oyun saatleri demekti. Oysa keşke okulda adamakıllı eğitim verilseydi de çocuklar yarış atı gibi yarıştırılmasın, ezberci sistem tarafından o kurstan bu derse savrulmasın ve oyun oynasındı. Yakın zamanda kapandılar ya da isimleri değişti.


Disket: 90l'ardaki bilgisayarlar geliştikçe MSDOS sistemi yerini disketlere bırakmıştı. 1,44 MB büyüklüğüyle şimdilerdeki terabaytlık hard disklerin yanında kapasite açısından çok komik kalsa da, zamanında bizim için çok büyük yenilikti ve çok pratikti. Disketler çıktığında hepimiz vaaov olmuştuk. Disket tanım itibariyle bilgisayardaki bilgiyi taşımak için kullanılan, üzerine demir oksit kaplanmış bir plastik diskin yine plastik bir kap içerisine yerleştirilmesiyle oluşturulmuş manyetik veri saklama ortamı. Plastik diskin esnek olması nedeniyle İngilizcede floppy adı verilir. Türkçe’de flopi disk ya da disket olarak okunur.


Diskmen: Portatif kasetçalarlar olan volkmenlerin, kompakt disk çalan muadilleriydi. Kompakt diskler çok pahalı olduğundan herkeste olmazdı bunlardan. 90'ların ilerleyen zamanlarında mp3 çalarlı olanları da çıkmıştı. Hatta bendeki VCD film bile oynatıyordu. Kompakt diski koy kulaklığı tak, tek dezavantajı kompakt diski taşımak zor olduğundan yanına bir ya da iki tane kompakt disk alabilmendi.


E:


Elişi Kâğıdı: Renk renk kağıtlar, kes, biç, yapıştır, yeni şekiller yarat. Bir devrin yaratıcılıklarını ortaya çıkaran kırtasiye.


Ericsson: Şimdilerde iOS ve Android işletim sistemli telefonlar birbiriyle yarışadursun, şimdi esamisi okunmayan Ericsson telefonlar 90'ların vazgeçilmez fenomen cep telefonuydu. Takoz gibi, upuzun, cebe sığmayan bu ilk cep telefonları, zamanla evrildi, aktif kapaklı, melodi oluşturuculu, basit fon resimli, modellere evrildi. Nokia fırtınası dünyayı kasıp kavurmadan önce Ericsson vardı. Ekranı küçüktü ve mesaj yazmak ayrı bir mesaiydi. Ama değişik renkli modelleri ve özellikle renkli ekranlı modelleri çıkınca herkes bir vaoov olmuştu.


F:


Fasulye: Sayı saymayı öğrenmemizi sağlayan ilk gereç. Renkli renkli, minnoş bu fasulyeler sene başında alınır, sene sonunda kaybolurdu. Sayı saymayı öğretmesinin yanı sıra evcilik oynarken yemek niyetine kullanılırdı. Çubuk versiyonu da vardı bunları.


Fişler: Okumayı ilk söktüğümüz zamanlarda akıllı tahtalar ve aplikasyonlar yoktu bizim zamanımızda. Özenle tuttuğumuz fiş dosyalarımız ve içine özenle yerleştirdiğimiz fişlerimiz vardı. Bir emir kipi içeren bu fişlerde kâh Ali’nin ata bakmasını istiyor, kâh Işık’ın ılık süt içmesini istiyor, kâh “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi sloganlara alıştırılıyordu beynimiz. Bu sırada heceleri, ekleri, kökleri öğreniyorduk, en keyifli kısım da fişleri öğrendiğimiz hecelere göre kesmekti. Sonra gene düzgünce yerleştirirdik yerine.


Fotoğraf bastırtmak: Makinenizle çektiğiniz otuz altılı ya da yirmi dörtlü bantları fotoğrafçıya götürtüp bir hafta beklemek ne demek hatırlayan? Resimlerin nasıl çıktığını asla bilemezsiniz, bazen yanar filmler üstelik makara sınırlı olduğu için şimdiki gibi bin tane çekemezdiniz, tek ve en güzel kareyi bir karede çekmeniz gerekirdi. Sonra fotoğrafçıdan o fotoğrafların basılmışını alıp albüme yerleştirmek, misafir, arkadaş filan geldiğinde sergilemek... Ne küçük ve güzel keyiflerimiz vardı.


Frizbi: Pikniklerde, özelikle geniş çayırlık alanlarda topa alternatif güzel bir vakit geçirme oyunu. O diski düzgünce fırlat süzülsün, yakala geri fırlat. Çok modaydı.


G:


Gırgır: Bilumum toz ve gübür toplamaya yarayan elektriksiz ama öyleymiş havası verircesine huşu içinde temizleme isteği uyandıran süpürge aleti. Uzun sapı ve dikdörtgen yatık gövdesiyle, olmadığı ev yoktu.


Gökhan Semiz: 90’ların efsane gruplarından Vitamin’in beyni olan deli dahi, kımıl kımıl, fıkır fıkır müzik insanı. Bütün Emrah ve Selçuk’la 90’lar boyunca şarkılarında ti’ye aldığı günlük yaşam, olaylar, kişilerle tüm müzik dinleyicileri bir Vitamin efsanesi yarattıktan ve en son öldüğü yıl bir solo albüm çıkarttıktan sonra tam da doğum gününde 1999 yılında dükkanları kapattı gene bir trafik kazasıyla, günlerce inanamadık habere. O gülen, güldüren yüzüyle her an ekranlarda gördüğümüz komik adamdı, ölemezdi, ama belli ki bu dünya çok güldürenleri çok hoş karşılamıyor.


Güneş Kolye: Kenan Doğulu’nun 1994 yılında çıkardığı ikinci albümüyle hayatımıza soktuğu aksesuar. Kız ya da erkek fark etmez, herkeste bu kolyeden vardı. Dergiler bu kolyeden hediye ederdi. Düşünüyorum da muhteşem bir PR çalışmasıymış o zaman. Kenan Doğulu her programda bu kolyeyi öne çıkartırdı. Parıldayan güneş şekilli dandik bir kolye ucuydu aslında.


H:


Hayat Ağacı: 80'ler sonu 90'lar başında yayınlanan ve kısa süreli bir dizi olmasına rağmen, hayatımıza Sem Vitmor, Kayl Mestırs, Edım, Monik gibi karakterleri kazandıran, siyahi bir aile ile beyaz bir ailenin ilişkilerini ve kavgalarını anlatan, bazı ırkçı öğeler barındırdığı gerekçesiyle yayın hayatı kısa süren efsane dizi.


Hovarda: Emel Müftüoğlu’nun seslendirdiği, sözü müziği Sezen Aksu’ya ait, Abdullah Oğuz'un çektiği klibiyle MTV'de ödül alan ilk yerli klip.


Hugo: Kara bahtlı, kem talihli bilgisayar oyunu kahramanı. Tolga Garipoğlu sunardı ve telefonla oyuna bağlanmayı başaran oyuncu Hugo’nun karısı çocuklarını Cadı Sila’nın elinden kurtarmaya çalışırdı. Tabi bu her zaman kolay olmaz, bazen yenilen oyuncunun ettiği “küfürle” son bulurdu. Tolga abi tüm sevimliliğiyle yarışmacıları yönlendirir, kazandığında onlarla sevinir, kaybettiklerinde onlarla üzülürdü. Dergisi de çıkmıştı Hugo’nun.


I:


ICQ: Sosyal sohbet programlarının en eskilerinden, anında mesajlaşma yazılımlarından biridir. Çiçek desenli logosu, açılırken çıkardığı ses, on beş haneli olup her seferinde unutulduğu için baştan baştan çıkarılan kimlik, kapanırken çıkardığı ses, buram buram 90'lar. ICQ'nun adı İngilizce “I Seek You” yani “Seni Arıyorum” cümlesini temsil ediyor. MSN çıkınca popülaritesi azalırken, son darbeyi sosyal medyaların çıkması vurdu.


Ilgaz Anadolu'nun: Sen yüce bir dağısın şeklinde devam eden sözleri olan, her müzik dersinin gediklisi, blok flütlerin baş melodisi, müzik öğretmeni adaylarının "Ay hemen öğretmen olsam da öğretsem" dediği, aynı şarkı içinde coğrafya dersi de veren efsanevi çocuk şarkısı.


Işıklı Spor Ayakkabı: Bütün 90'lar çocuklarının hayali olan ayakkabı, ayağı kaldırıp indirdikçe topuk kısmı mor kırmızı mavi yanar ve öyle yanan ayakkabısı olmayan çocuklar ağlayarak annelerinin babalarının paçalarına yapışarak bu ayakkabıdan isterdi. Çocuklar arasında inanılmaz bir hiyerarşi yaratırdı. Işıklı ayakkabısı olan çocuk tüm hayranlıkları üzerinde toplardı!


İ:


İkinci Bahar: Süper Baba’nın benzeri bir fenomen dizi öyküsü de İkinci Bahar’da oldu. Türkan Şoray ile Şener Şen’i bir araya getiren, usta bir kebapçı ile büyük sevdası Hanım ve bunların çocukları etrafında gelişen mahalle temalı dizi, 1990’ların ikinci yarısında Perşembe günleri tüm sokakların boşalmasına, o gün kimseye söz verilmemesine yol açan bir fenomen dizi haline geldi. Cuma günleri dizin derin kritikleri yapıldı okulda, evde, iş yerlerinde. Ozan Güven, Nurgül Yeşilçay, Devin Özgün Çınar gibi günümüzün en kalburüstü oyuncuları da ilk kez bu diziyle hayatımıza girdi. Samimilerdi, sahicilerdi ve bizdenlerdi.


İner Misin Çıkar Mısın?: Türkiye’nin ilk yetenek yarışmalarından biriydi. Sunucusu rahmetli Boran Kaya’ydı. Alçalıp yükselen bir platformda insanlar yeteneklerini sergiler, beğenilen yarışmacı seyirci alkışlarıyla platform yükselerek galip gelir, beğenilmeyen yarışmacı alkış gelmezse alçalan platformla elenirdi. Hakan Yılmaz, Şafak Sezer gibi oyuncular bu yarışma sayesinde tanınıp meşhur oldular.


İp Baskısı: Beyaz bir dikiş ipliğini sulu boya ile rengarenk boyayıp, ipin bir ucunu dışarıda bırakacak şekilde resim defterinin iki yaprağı arasına koyarsın, ipi çektiğin gibi böyle alacalı bulacalı şekilli bir resim çıkar ortaya.


İsim-Şehir: O zaman bile çok kalifiye ve entel zevkleri olan çocuklar olduğumuzu kanıtlarcasına oynadığımız kelime oyunu. İsim-şehir-bitki-hayvan-ülke (ve istediğiniz herhangi bir başlık) başlıkları altına belirlenen aynı harfle başlayan uygun kelimeleri yazıyor ve puan alıyorduk, en zor harfleri seçip sinir etmek de mümkündü, mesela J ile başlayan şehir bulamıyor ve bu harfi söyleyen arkadaşımıza sinir oluyorduk.


İstop: Havaya topu at, isim söyle, tutamazsa kaç ve topa yakalanmamaya çalış, bir de renk bulmalı versiyonu vardı.


J:


Jetonlu telefon: Kartlı telefonlar gelmeden önce, konuşma aciliyetine ve süresine göre büyük, orta ve küçük boy jetonla çalışan ankesörlü telefon. Her sokakta bulunurdu ve o jeton asla ve asla konuşmanın tamamlanmasına yetmezdi. Adeta yüz kırk karakterde meramımızı anlatmak zorunda kaldığımız Twitter mecrası gibi, otuz saniye içinde ne diyeceksek dememiz gerekirdi, yoksa kapanırdı telefon ve diyeceklerimiz yarım kalırdı. Jeton dayanmazdı, hemen biterdi. Bazıları uyanıklık yapıp jetona ip bağlayarak geri çekme yöntemini keşfetmişti.


K:


Kara Melek: Derbedeeeer yine gönlüüün nidaları duyulmasıyla televizyonun sesi açılırdı. Sanem Çelik’in hayatımıza girmesine vesile olan bu yerli entrika dizisi, dört sezon sürdükten sonra sona erdi. Temelde Yasemin’in şeytanlıkları üzerine kurulu bu dizide tüm Türkiye kötü kadın olmasına rağmen Yasemin’e derin bir sevgi ve hayranlık duydu. Dizide yıllarca herkes birbirinin kuyusunu kazdı, arkasından konuştu, öldürmeye çalıştı, ancak senaryo o kadar sağlam, konu o kadar sürükleyici, karakterler o kadar sahiciydi ki, başarı kaçınılmazdı. İnsanlar sıcak mahalle dizilerinden zenginlerin yaşamına doğru çevirdi gözlerini. Yasemin düşmanlarını alt ettikçe, kimileri içinden kendi hasmını düşünüp Oh dedi belki de. Yasemin dördüncü sezonda “Ben artık bu rolü oynamak istemiyorum…” deyip ölerek diziden ayrılınca, kendi gitti adı kaldı yadigar. Zaten çok geçmeden de bitirdiler. Jenerik müziği ise efsane oldu çoktan.


Karbon kâğıt: Mavisi ve siyahı vardı. Kâğıdın altına koyup yazınca hoop altından kopyası çıkardı. Okullarda harita filan çizerken çok faydalı olurdu. Resim çizerken de kalemle üzerinden geçtiğimiz kendiliğinden alta resmi çizmiş olurduk.


Karışık Kaset: Sevdiğimiz şarkıların listesini çıkarıp, kasetçi amcaya götürürüz, sonra kasetçi amca bunları kasete çeker bize verir. Müzik platformlarındaki meşhur “kendi listeni yarat”ın ilkelcesi ama samimisi…


Kartpostallar: Gerek sanatçı kartpostalları gerekse üzerinde tatlış, dumanı tüten ev resimli yılbaşı temalı kartpostallar, bir devir bunları biriktirdi, birbirine gönderdi, büyükler küçüklerin gözlerinden, küçükler büyüklerin ellerinden öptü bu kartpostallar sayesinde. Kaç ergenin defterinin arasında yıllandı yakışıklı ya da güzel popçunun kartpostalı öpücüklerle…


Kaset: CD’ler o zaman da vardı gerçi ama çok pahalı olduğu için alamazdık, bu yüzden müzik dinlemek için kasetler tek çaremizdi. Şimdi o dönemlerde çıkan bütün albümleri biliyorsak, bunda sadece şarkıların ve müzikalitenin filan çok iyi olması değil, aynı zamanda sevdiğimiz şarkıya gelene kadar sarmak meşakkatli iş olduğundan, mecbur bütün şarkıları dinlemek zorunda olmamızın payı büyüktür. Bazen kaset sarar ve kurşun kalem imdada yetişirdi. CD’de bir şarkıyı hop repeat’e at tekrar tekrar dinle, tabii ki albümün bütün şarkılarını öğrenemeyiz böyle. Kasetlerin tedavülden kalkması tek kelimeyle nankörlük!


Kasetçalar: Müzik kasetlerini dinlediğimiz ve özellikle çiftli olunca kasetten kasete çekim yaptığımız, sesimizi kaydettiğimiz o güzel zamanlar…


Kerim Tekin: 1995 (Kara Gözlüm) ve 1998 (Haykırsam Dünyaya) yıllarında çıkardığı iki albümle hiç de sıradan denmeyecek bir tarzla dikkatleri üstüne çektikten sonra, yirmi üç yaşındayken maalesef gene trafik terörüne kurban verdiğimiz güzel gözlü ve güzel sesli popçu. Işığı öyle parlaktı ki, sanırım dünyanın gözü kamaştı ve söndürdü ışığı… Yaşasa şu anda Tarkan kulvarında olabilirdi.


Kokulu Silgi: Üzerinde Arı Maya resmi olan güzel kokan ama silme performansı felaket olan kırtasiye aracı. Kurşun kalemleri daha fazla yaydırır, sayfayı batırırdı.


Kompakt Disk: Plaklar yerini 80'lerin ortasından itibaren kasetlere bırakmış, sonrasında teknoloji ilerleyip sesi dijital ortamlara aktaran teknolojiler gelişince ortaya bu parlak tekerler çıkmıştı. Kasetler ise bir süre daha saltanat sürmüş, sonra üvey evlat muamelesi yapılıp 2000'lerde gözden ve gönülden çıkarılmıştı. Kompakt disk, tanım itibariyle, dijital müziği plağın iğne yerine lazer ışınlarıyla okunması ve sesin dijital tekniklerle aktarılmasına dayalı müzik dinleme aparatı. Türkiye’de ilk kompakt disk 1987 yılında basılmış olsa da, vizyoner firmalar hariç, kompakt disklerin gerek müzik piyasasında, gerek dinleyici nezdinde popülerlik kazanması 90'ların ikinci yarısında oldu. Zira bu dijital teknoloji pahalıydı ve çoğu evde kompakt disk çalacak araçlar yoktu. Bilgisayarlar için ise, disketler artık gelişen teknolojiyle birlikte kapasite açısından ihtiyacı karşılamamaya başladığında 700 MB’lık kapasiteler sunarak işleri kolaylaştırmış, disketleri tarihin çöp sepetine yollamıştı.


Kupon: Otuz kupona çatal kaşık bıçak seti, yirmi beş kupona Meydan Larousse ansiklopedi seti tanıdık geldi mi? Ya da teyp, VCD player, televizyon… Hadi kabul edin, o dönemde gazetelerin köşelerinden bu kuponları toplamayan var mı? Hatta bunu abartıp ev ve otomobil vereceklerini iddia edenler de oldu ama sonuç fiyaskoydu. Gene de güzeldi, annelerimizin eksik kupon olduğunda bağırmaları bile.


L:


Laf Lafı Açıyor: Cem Özer’in televizyonda Talk Show geleneğini başlatan, sohbet programı. yıllarca sürdü. Cem Özer sürekli bir espri yapardı. Çok ilginç olaylara da şahit olduk, mesela Nara Benek isimli bir kadın şair, “Ben şiir yazarken ateş basıyor, soyunasım geliyor” demişti, Cem Özer de şaka yollu “O zaman bi tane şiir yazmaya çalışsana burda” demişti, kadın da şiir yazarken hop üstünü çıkarıp memelerini fora edivermişti. O sırada programın diğer konuğu Aylin Livaneli’nin ağlayacağı gelmişti. Çok fantastik zamanlar ve programlardı. 90'larda bunları izledik, hiçbirimiz ahlaksız olmadık!


Lahana Bebek: Genellikle güzel kokulu olan (sonradan çok zararlı olduğu ortaya çıktı), pembiş, maviş, tombul, güdük, çirkin ama sevimli, ortadirek evlerde kız çocukların en baş oyuncağıydı.


M:


Mahallenin Muhtarları: Dizinin bütün özeti esasında artık alamet-i farika olmuş jenerik müziğinde veriliyor aslında. Aydan Burhan ve Erkan Can’ın bir türlü kavuşamayan Karadenizli aşıkları canlandırdığı bu dizi, her karakterin kendi hikayesini anlatması bakımından herkesin başrolde olduğu bir diziydi. Bir dönem has Karadenizli Fadime’nin Temel’le bir türlü kavuşamamasına ve bu esnada mahallede olup bitenlere tanık olduk…


Macarena: İki tane gayet yaşını başını almış amcadan oluşan Los Lobos grubunun 1996 yılında çıkardığı, acayip hareketler içeren danslarıyla fenomen haline gelmiş ve böyle bir dans stiline de adını vermiş olan şarkısı. Gangnam Style yokken, onlar vardı. Tek fark, gangnam style bile eskidi, bu amcaların şarkısı ne zaman çalsa eller otomatik olarak dans pozisyonuna geçiyor.


Manuela: Sapsarı uzun saçlarıyla Grecia Colmenares’li Manuela 90'ların başında hepimizi duygudan duyguya savuran bir pembe diziydi. Como noche como sueno diye başlayan Julio Iglesias’lı jenerik müziği ayrı bir efsaneydi. Dizide zengin bir çift olan Fernando ve İsabel bir tekne kazası geçiriyordu ve İsabel öldü sanılıyordu. Halbuki gerçek çok farklıydı. Yüzü çarşamba pazarına dönmüş bir halde evin bir odasına yerleşen İsabel bir yandan iyileşmeye çalışırken bir yandan sonradan annesi olduğu ortaya çıkan hizmetçi Bernarda’yla türlü kötülükler ve fesatlıklarla Fernando’nun boş durmayıp yerine karısının tıpatıp aynısı olan getirdiği Manuela’yı evden kaçırtmaya çalışıyordu. Aslında düşündüğümde o melek yüzlü şeytan Manuela yüzünden İsabel'in hem kocasından hem hayatından olmasına mı yanayım, yoksa Fernando'nun karısının kırkı çıkmadan ikizi kadar benzeyen Manuela'yı zevce olarak alıp evin başköşesine oturtmasına mı öfkeleneyim bilemedim. Şerefsiz adam! Şimdi garibim İsabel çarşamba pazarına dönmüş suratıyla intikam gütmesin de napsındı? Dizinin fotoromanı da çıkmıştı. Önce TV2’de sonra ATV’de yayınlanmıştı.


Marimar: Pembe dizi furyasının en önde gelenlerinden olan Marimar, Thalia ve Eduardo Capetillo gibi latin yıldızlarının baş rolünde olduğu bir dönemin fenomen pembe dizisiydi. Dedesiyle yaşayan fasfakir, fapfakir, fakfakir ama hayat dolu ve güzel Marimar’ın, yakışıklı ve zengin Sergio’nun dikkatini çekmesiyle deniz kenarındaki tek göz kulübeden otuz odalı konağa terfi etme sürecini anlatıyordu bu dizi. Sonradan anlaşıldı ki Marimar meğer zengin bir aileden geliyormuş ya! Marimar 2, Marimar 3 gibi spin off’ları da olduysa, o ilk Marimar gibi olmadı hiçbir şey. O halde Marimar aavv costamidasooy :D


Mayın Tarlası: Bilgisayarlar ve özellikle Windows 95 hayatımıza girdiğinde, varsayılan olarak yüklenmiş mayon tarlası oyunu da zamanla efsaneleşti. Zorluk derecelerine göre açtığın kutudaki sayı kadar mayının yerini tahmin edip hepsini bulmaya dayalı bu oyun, 90'lar denince ilk akla gelen bilgisayar oyunlarından.


Meydan Larousse: Ansiklopedilerin şahı, her evin salon vitrinlerinin güzide süsü, yirmi dört ciltlik, kuponla alınan bilgi kaynağı. Zamanın Google’ı, küçüklerin boy ölçme aparatı (üst üste konulduğunda ortalama bir çocuk boyuna geliyordu bunlar). O zaman okullarda verilen ödevlere az mı kaynaklık yaptı bu ansiklopedi. İçinde yok yoktu, ama nankör insanoğlu Google’ı keşfetti ve kirlendi dünya…


mIRC: Sosyal mesajlaşma platformu, zibilyon tane sohbet odasından ilgin olana girer, yüzlerini bile görmediğin zibilyon tane insanla sohbet edersin, şarkı gönderirsin, etkileşimde bulunursun.


MSN: İlk sanal ortamda sosyalleşme ve sohbet programı. Ah ne zamanlardı. Birbirimize mesajlarımızı ilerleyen zamanlarda dürtme, şarkı çalma, titretme, gibi özellikler gelmişti.


MSDOS: Windows çıkmadan önceki işletim sistemi. Uzuuuun komutlarla ve bolca işaretle çalışan, karman çorman bir teknolojiydi


N:


Nokia: Ericsson telefonu tahtından eden, yılan oyunuyla bir devrin tüm gençlerinin elinden düşmeyen, türlü çeşitli yeniliklerle bugünkü telefonların atası sayılan, rüzgar gibi estiği bir on yıl sonra bir anda gündemimizden ve hayatımızdan çıkan, bir dönemin statü sembolü cep telefonu. O renkli ekranlar, o fon resimleri, değiştirilebilir renkli kapakları, aksesuarlarıyla özellikle 3110 modeli hala 90'lar çocuklarının kalplerinin en güzel yerindedir.


O:


Oduncu Gömleği: Kalın kumaştan, şık, ekose desenli, 90'lar modasının tam göbeği gömlekler. Özellikle onlu yaşlarını süren gençlerden özellikle babalara herkeste, türlü renklerde ve adeta Kızılay’dan dağıtılmışçasına bulunan, 90'larla özdeşleşmiş gömlek çeşidi.


Onno Tunç: 90’ların ilk yarısına Sezen Aksu başta olmak üzere, Zuhal Olcay, Nilüfer, Zerrin Özer gibi dev seslerin seslendirdiği şarklarıyla damga vuran büyük müzisyen, 90’ların ikinci yarısında da talihsiz ve beklenmedik ölümüyle konuşuldu. Sezen Aksu’yu Sezen Aksu yapan insanların başında gelen Onno Tunç, sadece şarkılarıyla değil, Sezen Aksu’yla yaşadığı fırtınalı ilişkiyle de 90’lara damga vurmuştu, 1996 Ocak ayında helikopterinin düşmesi sonucu aramızdan ayrıldı. Bizi ve şarkıları öksüz bıraktı…


On Yüz Bin Milyon Baloncuk: Bir gazoz reklamındaki bızdık kızın tatlış dil sürçmesinin nasıl bir reklam slonganı olarak otuz küsur sene var olması gerçek bir başarı!


Ö:


Önlük: İlkokulların milli okul giysisi, siyah olarak başladı, mavi olarak varlığını sona erdirdi. 80’ler sonrası tek tipleştirme ithamları yapıladursun, tek renk önlüğü getirenler amaçlarını zengin fakir ayrımını ortadan kaldırmak olarak açıklıyorlardı. Her Pazar gömleklerin yıkanıp yakaların kolalanması ritüeli olurdu her evde. Sonra her okul kendi kıyafetlerini kullanmaya başladı. Önlük de tedavülden kalktı.


P:


Pantolon İçine Sokulan Yün Kazak: Tam bir 90’lar modası. Yüksek bel pantolonların içine ilk yün kazak sokan kişi neyin kafasını yaşıyordu acaba?


Pazar 90 (sonradan 91, 92 diye gitti): Mustafa Yolaşan’ın sunduğu ve adını yayınladığı yıla göre değiştiren müzik programı. Her hafta başka bir ilde yapılır, dönemin birbirinden alakasız sanatçıları arka arkaya şarkılarını söyler, sonra ortam birden düğün salonuna dönerdi. Arada Cenk Koray’ın "Tele Kutu" yarışması, Erkan Yolaç’ın "Evet - Hayır" yarışması filan çıkardı. Her türden izleyiciye hitap eden kaliteli bir programdı.


Pazar Konseri: Ünlü orkestra şefi Hikmet Şimşek’in sunduğu klasik müzik programı. Ne kadar kaliteli bir 90'lar geçirdiğimiz ispatı olan bu programda, Hikmet Şimşek her hafta bir orkestranın icra ettiği klasik müzik eserlerini ve konserini sunar ve besteciler hakkında bilgi verirdi. Kim bilir şimdinin kaç sanatçısına ilham olmuştur yaptığı kaliteli programlarla.


Patates Baskısı: Okullarda her sene tonlarca patatesin ziyan olmasına yol açan etkinlik. Patateslerin içini kabartmalı bir şekilde oyup bunu boyamak suretiyle resim defterine bastırmak ve renkli şekiller yaratmak üzerinde bir etkinlikti. İp baskısı olanı da vardı.


Paten: Dört tekerlekli, rengarenk, nice gencin özendiği, çoğunlukla ilk seferinde mutlaka bir kolun bacağın kırıldığı spor ayakkabı. Ayağına tak, fırıt fırıt fırıt sürerek git… Bazıları artistik de yapardı, böyle şekilli şekilli sürmeler, atraksiyonlar vs. Bunun sonraları Rollerblade adı verilen, dört tekerleğin yan yana durduğu, daha tehlikeli bir versiyonu daha çıktı ve herkes sürene bakıp “vaaav” dedi.


Parliament Pazar Gecesi Sineması: Pazar gecesinin bir vazgeçilmezi Bizimkiler dizisiyse, diğeri Star’da yayınlanan Parliament Pazar Gecesi sinemasıydı. Hele Karla Bonoff- All My Life şarkısı eşliğinde fragmanı başladığında ailede çıt çıkmazdı. Güzel, kaliteli filmler verirlerdi.


Pop Show’93: Bildiğimiz popstar yarışmalarının öncülerinden olan yarışma, pop müzik patlamasıyla müziğe yeni isimler kazandırmak amacıyla birkaç sene yapıldı. Suat Suna, Deniz Seki, Niran Ünsal gibi günümüzün yıldız isimleri bu yarışmalarda birincilikler kazanırken, yarışmada derece alamasa da müzikal olarak hayatımızda yer eden Demet Sağıroğlu, Yeşim Dönüş Işın gibi isimlerin de yolu bu yarışmadan geçti. Müzik dünyasında ciddiye alınan ve gerçekten yıldız çıkaran bir yarışmaydı. 93’te Suat Suna, 94’te Niran Ünsal ve 95’te Deniz Seki birinci olarak müzikal kariyerlerini başlattılar.


Pop 10: Show TV’de yayınlanan, Oya Küçümen’in sunduğu haftanın en beğenilen şarkıları liste programı. Numaraları arayarak o haftaki sıralamayı siz belirliyordunuz ve yayında gelen mesajlar da okunuyordu. Yalnız programın ismi hızlı söylendiği “Popon” gibi olduğu için Oya Küçümen o iki kelimeyi ayırmak için her hafta kırk takla atıyordu. Sonradan Top 10 olarak değiştirildi, programın bir insan organıyla karıştırılmasının önüne geçilmiş oldu.


R:


Radyodan Şarkı İstemek: Radyolar 90’larda özel TV kanallarıyla birlikte hayli popüler oldu. Her türlü müziğe rahtça ulaşabilme imkanı veren radyolar hayatımıza DJ kavramını soktu ve DJ’ler zaman zaman telefon numaralarıyla dinleyicilerin isteklerine ve mesajlarına yer vermeye başladı. Böylece birine mesaj iletmek isteyen ama bunu ulu orta yapmak istemeyen kişilere de gün doğmuş oldu. Radyo kanallarını arayarak birine şarkı hediye etmek 90ların en önemli aktivitelerinden biri oldu.

Reha Muhtar: 90'ların fenomen haber sunucusu. İlginç soruları, değişik haber sunum tarzı, atarlı giderli ya da esprili laf çarpmalarıyla 90'ların en fenomen isimlerinden oldu. Klasik TRT haber spikerlerinden çok farklı bir yapısı vardı. Ateş Hattı diye bir de haber program sunardı ana haber bülteniyle birlikte. Bir ara Nilüfer’le birlikteydi, Nilüfer’in albüm haberini verirken adeta liseli bir genç moduna bürünmüştü de “İhihihi evet Nilüfer ihihihi hanımla ihihi birlikteyiz” diye sunmuştu haberi. Bununla birlikte, tünel kazan mahkumlara “Tüneli kaçmak için mi kazdınız?” ya da Gölcük depremi sonrasında enkazdan çıkan birine “Acı var mı acı?” gibi ilginç soruların yaratıcısıydı.


Resim Sevinci: TRT 2’de yayınlanan, ressam Bob Ross’un hayretlerden hayret beğendiren resim yapma programında şahane tablolar yapardı ve öyle de kolaymış gibi anlatırdı ki program bittiğinde herkes “ehehe e ben de yaparım ki bunu” diyerek fırçayı resim defterini eline alır, beceremeyip defteri hüsranla kapatırdı. Özellikle “Şuraya da bir …. çizelim...” “Buraya bir …. konduralım…” türevi sözleriyle efsane olmuştu ki bu söyleyiş bugün bile gündelik dilimize girmiştir. Bob Ross, kabarık saçları ve tam “şuraya” attığı bir fırça darbesiyle “Amaaaann batırdın be amca” dedirtirken, bir başka fırça darbesiyle “Ohaaa süper oldu lan” a şimşek hızıyla geçirterek duygudan duyguya savururdu bizi.


S:


Sabah Şekerleri: Şebnem Dönmez ve Murat Başoğlu’lu sabah müzik eğlence programı. Program o zamanın meşhur şarkıcılarını konu edip yeni klipleri ekrana verirken, Şebnem Dönmez ve Murat Başoğlu’nun espirili sohbetleriyle sabahları okula/işe gitmeden önce güzel eğlendirirlerdi. Programın en önemli aksesuarı ve dekoru, izleyicilerden gelen ve yerlere kadar uzanan faks kağıtlarının görüntüsüydü. Sunucular buralardan gelen mesajları okur, istekleri yanıtlardı. Birkaç sene sürdü, sonra sunucular değişti (önce Vatan Şaşmaz ve Melike Öcalan oldu, sonra Ece Erken) ve sonrasında azalarak bitti, her güzel şey gibi.


Sadettin Teksoy: "Teksoy Görevde" 90'ların bir diğer fenomen televizyon sunucusu. Parmağını ekrandan gözümüze sokarak “Been Sadettin Teksoyy” diyerek başlardı ve ülkede üç harfli ya da ne kadar abidik gubidik şehir efsanesi var araştırırdı. Kah kutuplarda namaz kılardı, kah bir televizyon programına canavar uzmanı olarak bağlanırdı, kah çamur güreşi yaptırır, kah ülkenin en ücra köşesindeki yatırları ziyaret ederdi. Birinde Keloğlan mağarasına gitmişti ve arkasına insanları alıp şiir dağarcığımıza giren şu maniyi öğretmişti: “Saçım benim, saçım benim, (insanlar tekrarlar), Dökülüyor saçım benim, (insanlar tekrarlar), Girdim Keloğlan mağarasına, (insanlar tekrarlar), Gür çıkar saçım benim, (insanlar tekrarlar), Tarak tutar saçım benim (insanlar tekrarlar)”. Realite şov ile haber şov arası bir yerdeydi.


Saklambaç oynayan kaleye mum diksin: Oynanacak oyunu belirlemek üzere bir melodi eşliğinde çocukları oy vermeye davet etme sloganıydı. Demokrasinin ilk adımları çocuklukta atıldı. Çoğunluk kaleye parmağını koymak suretiyle o oyunu oynamak üzere oyunu veriyordu. Sonra kale kapanıyordu, çıkan oynamıyordu…


Seç Bakalım: Bunda da perdeler açılıyor, güzel hostes kızlar hediye filan veriyordu. Bu hostes kızlardan biri daha sonra ayrılacak ve daha sonra bu hostesin Spice Girls grubunun Ginger Spice’ı Geri olduğunu öğrenecektik.


Sıcağı Sıcağına: Realite şov ve adli olay canlandırması gerçek bir korku tüneliydi. Cem Kurdoğlu sunardı ve programın özelliği gerçek katillerin, işledikleri cinayeti nasıl işlediğini tüm çıplaklığıyla anlatmasıydı. Katile soruyordu sunucu “nasıl öldürdünüz acaba?” diye, adam da gayet sakin, “na bu çivili sopayı aldım, böyle kafasına geçirdim, kafası yarıldı” filan diye anlatıyordu. O sırada yerde gerçek cesetler filan… ayyy düşündükçe ürperiyorum.


Solo Test: Yuvarlak bir platformda ortada tel boşluk bırakacak şekilde yerleştirilmiş piyonları birbiri üzerinden atlatmak suretiyle zekamızı ölçtüğümüz, ortada tek ya da çok az piyon kalırsa “zeki”, çok piyon kalırsa “geri zekâlı” olduğumuza hükmeden bir oyundu.


Spice Girls: Emma, Geri, Victoria, Mel B ve Mel C’den oluşan bu kız grubu, başarılı bir PR’ın dünya çapında nasıl bir fenomen yaratacağının bugün bile en net kanıtı. Bir gazete ilanıyla bir araya getirilen bu beş kız, dört sene içinde dünya üzerinde benzeri görülmemiş bir başarıya kavuşacak, kasırgalar koparacak, her birinin ayrı ayrı kitlesi olacak, Türkiye konserleri resmen olay olacaktı. Bu kızlardan Geri’nin bizim ülkemizde yayınlana Seç Bakalım’ın hosteslerinden biri olduğunun anlaşılmasıyla da daha bir bağrımıza basacaktık. Giyinişlerinden, saçlarına, lakaplarından, şarkılarına, konserlerinden, filmlerine bir neslin kızları için adeta rol model oldular. (Bu kızlardan Victoria, David abiyi kafeslemekte bütün kızlardan ayrı bir zekaya sahip olduğunu gösterdi.)


Susam Sokağı: “Gün güneşli, insanlar neşeli…” jeneriğini duymakla gözlerin parlaması bir olurdu. Şimdiki saçma sapan çocuk programlarının aksine, naifliğiyle, verdiği bilgilerle, karakteriyle çocuklara doğruyu ve yanlışı sıkmadan gösterirdi. Aslında yurtdışındaki Sesame Street’in yerlileştirilmiş versiyonuydu ama Nihat Amcası, Manav Zehra’sı, Bittabi Hakan Abisi ve Zeynep Ablasıyla çok güzel bir uyarlama yapılmıştı ve Türkiye’de yayınlanmış çocuk programları içinde en bilgilendirici, en eğlenceli, en güldürürken bilgi veren programıydı. Gerçek karakterle mahalle dekorunda çekilen, animasyonla sayıları ve harfleri öğreten ve bir de Edi ve Büdü’lü, Açıkgöz’lü, Kurabiye Canavar’lı kuklalı bölüm olmak üzere kırk dakikada kompakt bir program olarak yayınlanıyordu. Bilgilendirici, herkesin “bugün yayınlansın yaşıma başıma bakmam izlerim” dediği çocuk programlarından oldu. Bugün bile youtube’da Edi ve Büdü videoları bolca paylaşılıyor.


Süper Baba: 90’lı yılların en büyük fenomen yerli dizisi nedir dendiğinde akla gelen iki diziden biri. Cumalarımızı renklendiren Şevket Altuğ’lu, Sümer Tilmaç’lı, Jülide Kural’lı, Sevinç Erbulak’lı bu mahalle dizisi yayınlandığı süre boyunca gerek müzikleriyle gerek karakterleriyle gerek mahalle temalı konusuyla gerek bize çok yakın karakterleriyle herkesin hep tebessümle hatırladığı fenomen bir dizi oldu. Bir dönem herkes Fikret -namı diğer Fiko- Fikret’in ailesi, arkadaşları ve uzatmalı sevgili İpek’le bir türlü kavuşamamasını, eski karısını, sevgililerini konuşurdu. İnsanlar o karakterlerin kavgalarında, aşklarında, barışmalarında, kahkahalarında, ağlamalarından, muhabbetlerinde kendilerini buldu… O kadar kendimizi kaptırdığımız bir diziydi ki dizide Jülide Kural’ın canlandırdığı İpek karakteri kanser olunca milletçe karalar bağlamış, iyileşip gene Fiko’yu terk edince sinirler olmuştuk. Fiko garibim bütün dizi İpek İpek diye kıvranmış ama en son resti çekmiş (ki o konuşma hala efsane televizyon repliklerinden biridir) dizi biterken mutluluğu Bennu Yıldırımlar’ın canlandırdığı Elif karakterinde bulmuştu. Ne güzel insanlar ve ne güzel bir kadrosu vardı. 2000’li yıllarda Asmalı Konak’ın fenomen konağına düzenlenen turlar misali, insanlar da bu dizinin çekildiği zamanlarda Çengelköy’ü kalkındırmışlardı o zamanlar. O kadar tatlı bir diziydi ki, bu kadar yıl geçti, yerine hiçbir dizi konamadı. Hele Oya Küçümen yorumuyla “Bana Bir Masal Anlat Baba” ve flüt girişi, bugün bile duyulduğunda burunların direğini sızlatır.


Ş:


Şahane Cumartesi (sonradan Pazar): Süheyl ve Behzat Uygur kardeşlerin yanlarına Sinem Kobal’ı da alarak yaptıkları haftasonu eğlence programı. Dönemin şarkıcıları yeni şarkılarını ilk kez burada seslendirirken, Uygur kardeşler programın içinde skeçler yayınlar ve yarışmalar düzenlerlerdi. Özellikle üst üste dizili kadehleri düşürmeden alttan çekme yarışması bu programın gedikli yarışmasıydı. Önceleri Cumartesileri yayınlanırdı, sonra Pazar oldu, 2000’lerle birlikte sona erdi ama bir tatlı anı kaldı.


Şebnem Bebek: Ailelerin gerçek oyuncak bebek almaya paralarının yetmediği zamanlarda kartona basılı ve kıyafet dosyası ayrıca verilen, çocukların, dosyadaki giysi resimlerini kesip kenarlarındaki çıkıntıları büküp sabitleyerek kartonda iç çamaşırlarıyla duran çeşitli bebekleri giydirdiği oyun/cak.


Şişe çevirmece: Doğruluk mu? Cesaret mi?


T:


Talk Show’lar: Başını Cem Özer ve sonrasında Rüstem Batum ve Leyla Tekül’ün çektiği, sonrasında Okan Bayülgen ve Beyaz’la son formatını bulmuş sohbet programları. İçeriği dönemin şarkıcılarının albüm tanıtımı, komik skeçler ve atraksiyonlar olan bu programların temelleri 90'larda atıldı.


Tamatgotchi: Bilgisayar oyunları bu kadar yaygın değilken, daha Talking Tom anasının karnında vitamin bile değilken, 90’ların ortalarında dünyayı Japonya’dan gelen bir sanal hayvan fırtınası sardı. Kedi, köpek, hatta dinozor gibi çeşit çeşit sanal hayvanı bir tuşla besleyip, bir tuşla eğlendirip bir tuşla iğne yapıp sağlığına kavuşturarak ilginç birkaç yıl geçirdik. Benim dinozorum vardı, dokuz günde bir ölürdü ve sinir olurdum. Gecenin kaçlarında başka derdimiz yokmuş gibi (ki yoktu da zaten, ne derdi olacak dokuz on yaşında çocuğun) sanal hayvanımızı doyurmak için az mı feragat ettik uykularımızdan?


Tarkan: 90’lar sadece olaylarıyla değil, yarattığı dünya yıldızlarıyla da anılır. İşte günümüzün megastarı 1993 yılında “Kıl Oldum Abi” diyerek girdi hayatımıza, herkes ilk başta bir burun kıvırdı bu sallam sullam dans eden delikanlıya ama ikinci albümüyle “Aacayip” bir fırtına estirdi, öyle estirdi ki yıllar yılı onun gibisi gelmedi…


Taso: Cipslerin içinden çıkan, üzerinde Looney Tunes karakterlerinin resimlerinin yuvarlak oyun aparatı. Mahalle aralarında bunları ters çevirip üst üste dizerek bir fiskeyle tersine çevirmek ve çevirdiğin Taso’yu kazanmak üzerine bir oyundu. Başta tek bir çeşit taso vardı, sonra dönerli taso, üç boyutlu taso gibi çeşitleri çıktı ve her bir Taso’nun üzerinde dünyaya yön vermiş bilim insanlarının yazarlarının isimleri yazarak da bilgilendirme görevi de bulunurdu. En güzel tasoyu kazanan mahallede gerim gerim gerinirdi, ta ki kaybedene kadar.


Teletext: TV kanallarının ilkel web sayfası. Bu özelliği olan televizyonlarda, uzaktan kumandayla, haberler, hava durumu, aktiviteler, müzik, spor ve daha birçok konuyu okur, görüntülerdiniz.


Televole: Bir zamanlar Futbol ile Magazini harmanlayan değişik konseptli efsane magazin programı. Futbolcuların idmanlarının yanı sıra aşna fişnalarını da konu alan ve “Merhaba Televole” sloganıyla günümüze kadar gelen futbol programlarının atası. Futbolcular adeta birer magazin figürü olmuşlardı bu program sayesinde. İşin suyunu çıkarınca kulüpler yasaklamıştı futbolcuların buraya çıkmasını. Sıradan bir magazin programı olarak ömrünü tamamlamıştı.


Telsim / Turkcell / Aycell & Aria (Avea): İlk mobil telefon hattı Turkcell’di, sabit telefondan kurtulmanın sevinci bünyeleri sararken, tabi ki herkes sahip olamazdı bu hatta. Sonrasında Telsim çıktı (adı sonradan Vodafone oldu), derken Aycell ve Aria (birleşip Avea oldu). 90'ların en büyük yeniliklerinden biriydi.


Tetris: Blok oyunlarının atası olan bu oyun bir dönem kasırgalar estirmiş ve turnuvaları bile düzenlenmişti. Özellikle dörtlü düz parça gelip de tam yerine yerleşip dört sırayı birden yok edince “yuppiii” olurduk. Bazen de mesela L şekilli bloğu zamanında çeviremeyip, düzgün yerleşmeyen blok boşluk bırakırdı.


Titanik Batıyor: Masa oyunları arasında en az hatırlanan ama en keyifli oyunlardan biri. Oyun iki kısımdan oluşuyordu. İkiye bölünmüş oyun tahtasının bir tarafı kocaman, hareketli, Titanik gemisi formunda, labirentler ve içlerinde numaralar bulunan bir bölüm; diğer tarafı okyanus ve ada görüntülü bölümdü. Oyunculara her birinin üzerinde bir karakter olan kartlar dağıtılırdı (bu kartlar arasında en favori olanı nasıl okunduğunu hala bilmediğim şekilde Çinli karakter Ching Mingh’ti), bu karakterler Titanik yolcularıydı ve oyun sonunda her birinin kurtarılması gerekiyordu. Zar attıkça hareketli gemi parçası birer tık döndürülüyor (yani batırılıyordu). Zarlarda kareler içinde ilerleyip o karakterin kartının arkasında yazan numaraya ulaşıyordunuz karakteri kurtarmak için. Gemi yavaş yavaş batarken, son karakteri kurtarıp kenardaki filikalara yetişmeniz lazımdı. Filikalara binince oyunun ikinci kısmı başlıyordu, gene zar atarak dokuz adayı tamamlamanız gerekiyordu, ancak bunda da zara göre ada kartı veya okyanus kartı size yiyecek kazandırıyor ve su kaybettiriyordu (ya da tersi) Son adaya ulaşan kazanıyordu…


Titanic (Film): Titanik filminin vizyona girdiği 2 Şubat 1998 yılında Titanik filminden konuşmak statü sembolü olmuştu. Okul servisimde herkes mütemadiyen Leo ve Kate’ten bahsediyor, insanlar Leo ve Kate ile ilgili ne varsa (haber, poster, etiket, dergi) topluyor, dosyalar oluşturuyordu. Kızlar erkeklere Kate’le ilgili şeyler bulup veriyor, erkekler de kızları Leo posteriyle kandırmaya çalışıyordu, o derece vahimdi durumlar yani.


Top Pop: 90’lı yılların başlıca müzik dergilerinden biri. 1994 yılında ilk kez yayınlanmıştı. Hediye konusunda enfes bir anlayışa sahipti. Mesela Kenan Doğulu’nun ünlü güneşli kolyesi meşhur olduğunda güneşli kolyeden vermişti. O yaz o kolye herkesin boynundaydı… Bu dergilerdeki sanatçılara mesajlar bölümü bir başka alemdi. Tarkan-Burak Kut, Mustafa Sandal-Tarkan, Kenan Doğulu-Tarkan ve kombinasyonları arasında fanlar kıyasıya kapışır, Bu kapışmalarda genel konsept, bir sanatçının diğerinin “tırnağı bile olamaması” üzerine kuruluydu genelde. Mesela Tarkan, “Burak Kut’un tırnağı bile olamaz”dı.


Trol Bebekler: Renkli saçlarıyla boy boy evlerimizi dolduran bu cüce bebekler, saçlarını okşayınca bir mucize gerçekleşeceğine dair şehir efsanesinden hareketle bir dönem çok popülerdi. Yeşil, sarı, mavi, pembe gibi saç renkleri vardı. Her bir renk başka bir mucize getirecekti. Mesela Yeşil trol saçını okşarsan para gelecekti gibi saçmasapan bir PR’la meşhur oldular. Çirkin ama sevimliydiler o ayrı. Hala durur bende bir tane.


U:


Uzay Heparı: Hepi topu beş sene süren kısacık müzik yaşamına bir ömürlük şarkılar sığdırdı. Sezen Aksu’nun ilk göz ağrılarındandı. Bir gün motosiklet kazasıyla aramızdan ayrıldı. Yaşasaydı şayet duayenlerden olacaktı ama hızlı yaşadı genç öldü.


Ü:


V:


VCD oynatıcılar: DVD’ler, BluRay’ler hayatımıza girmeden önce, kötü görüntülü ama yoklukta insana güzel gelen film oynatma araçlarıydı. Genelde sinemalarda tost makineleriyle kaydedilmiş yarısında kafa görünen korsan filmleri oynatmak gibi işlevleri vardı. Her köşe başında korsan VCD filmci vardı. Sinemaya gidecek parası ya da isteği olmayan ahali bu kötü görüntülü filmleri ev ortamında izlemek için bunlardan almıştı.


VHS: Video kaset oynatıcılarda büyük boy kasetler VHS olarak anılırdı. Açılımı Video Home System olan VHS’ler 70lerde kullanıma girdiyse de Türkiye’de 90larda popülerlik kazandı. 60 dakikalık, 90 dakikalık, 120 dakikalık, 180 dakikalık kasetlere film, müzik programı, dizi, TV programları çekip izliyorduk. Kimi zaman da tıpkı bir zamanlar DVD filan aldığımız gibi video kasetçiden film video kasetleri alıyorduk.


Video kasetler: Betamax veya VHS gibi çeşitleri bulunan medya izleme aracı. Video oynatıcının büyüklüğüne göre seçilen video kasetler, TV programlarını kaydetmek için kullanılırdı.


Vitamin: Gökhan Semiz, Emrah Anul, Selçuk Aksoy’dan oluşan hicivli müzik grubu, şarkılarındaki hicvettikleri tüm olaylar, durumlar, kişilerle insanların kalbine alışılmışın dışında bir tarzla yerleştiler. Bugün bile hala Vitamin dendiğinde taklitleri yapılır. Maalesef Gökhan Semiz’in ölümüyle Vitamin efsanesi de bitti, 2000’lerde yeniden bir dönüş çabası olduysa da artık zaman değişmişti ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.


Volkmen: Spotify, iTunes gibi cebimizde taşıdığımız dijital müzik mecralarının atası. Mobil kaset dinleme cihazı. Bir zamanlar gençliğinin statü göstergesi. Hele radyosu da varsa aman aman… Yanımızda manüel olarak müzik taşımayı mümkün kılmıştı.


W:


Windows 95: Bilgisayarlar gelişince MSDOS işletim sistemini yerinden eden işletim sistemi. Uzun komutlar olmadan bir tıkla dünya parmaklarının ucunda. Bill Gates diye bir adamı hayatımıza sokan zamanın en büyük yeniliğiydi. O arkaplanlar, office’ler, oyunlar ile tekdüze dünyamıza renk ve kolaylık gelmişti. Bilgisayarın fon resmini değiştirdiğimizde adeta dünya değiştirmiş gibi oluyorduk.



Y:


Yakartop: İki gruba ayrıl, iki uçta duran oyuncuların attığı topa yakalanma. Özellikle topun üzerinde sıçrayarak kurtulursan ayrı bi süksen olurdu. Tabi topu yakalarsan bir de can kazanıyordun.


Yalan Rüzgarı: 1973 yılından beri yayında olsa da Türkiye’de popülaritesini 90'lı yıllarda yakalamış pembe dizi. Birkaç aile şirketinin sahibi olan aile bireylerin ilişkilerine, entrikalarına, dedikodularına odaklı dizi bugün Amerika’da hala yayında ve oyuncular yaşlandıkça ya da öldükçe yerlerine oğulları kızları geçiyor. Her neyse, bu dizideki karakterler o kadar fenomen o kadar kült oldu ki zaman içinde, Türkiye’ye bir kanalın davetlisi olarak bile geldiler. Can Ebıt, Cek Ebıt, Cil Ebıt, Eşli, Pol, Krikıt, Deni Romalotti, Niki, Treysi, Lorın Fenmor, Ketrin Çenslır, Ester, Reks, Bred… bu isimler hala bir dönemin aklında ve kalbinde. Dizideki herkes bir şekilde birbiriyle birkaç kere madigudi olup madigudi olacak başka kimse kalmayınca Cesur ve Güzel diye bir dizi daha yaratıp, burdaki karakterlerden bazılarını yan diziye transfer etmek suretiyle ordakilerle madigudi yaptılardı. Dizinin orijinalde Young and Restless olan adının harflerini Yalan Rüzgarı olarak adapte etmek kimin fikriyse saygıyla önünde eğiliyorum. Zira adıyla müsemma herkes yalan söylüyordu dizide. Dizinin yakışıklı şarkıcısı Deni Romalotti, a.k.a Michael Damian’ın, Türkiye’de 1998 yılında Pınar Aylin’le bir düet bile yapmışlığı var. Ketrin Çenslır ise akıllarda uzun cart kırmızı ojeli tırnaklarıyla yaşamaya devam ediyor.


Yepyeniler 90: Şafak Karaman’ın toy bir delikanlıyken sunduğu ve on beş günde bir o hafta çıkan albümleri ve klipleri sunan program. Çocukluk aklımın en güzel yerindedir.


Yılan oyunu: Mobil oyunların atası sayılan bu oyun, Nokia telefonun geçmişimizin büyük kısmına kazıdığı, içinde yılan gibi bir şeyin kendi kuyruğuna ya da duvara çarpmadan elmaları yemesi ve her elmayla kuyruğunun uzayarak oyunun zorlaşması temeline dayanıyordu. Evde, işte, otobüs durağında beklerken, sosyal medyanın olmadığı zamanlarda yegâne vakit geçirme yöntemiydi. Bazıları öyle ustalaşmıştı ki, iki eliyle birden oynayabiliyor, zamanında manevra yapıp yılanın kuyruğuna çarpmasını önlüyor, biz de onlara gıpta ile bakıyorduk.


Yılbaşı Eğlenceleri: 90'larda yılbaşı eğlenceleri 80’lerin devamı olarak özel olarak çekilir, şimdiki gibi diziler arasına serpiştirilmiş sanatçılarla geçirilmezdi. O kadar güzel olurdu ki, hem sanatçılar şarkılarını söyler, hem yılbaşı mesajlarını verir, hem skeçler izlenir, hem dansözler çıkar, yılbaşı evde ailecek geçiriliyorsa bu programlarla keyifle girilirdi yeni yıla. Özellikle özel kanalların açılmasından sonra yılbaşı programları çeşitlendi, her kanal kendi programını çekmeye başladı. Hangi kanalda hangi şarkıcı çıkacak diye merakla beklemek de bize düştü.


Yıldo: 90'ların fenomen isimlerinden “Neea, kafadan kopartırım, hahahaha” kahkahalarıyla, fıkralarıyla, bilmeceleriyle, ilginç telefon bağlantılarıyla, gece programlarına ismini yazdıran bir sunucuydu. Uzun süredir ortalıklarda yok ama 90'ların efsanelerindendi.


Yonca Evcimik: 90’larla ilgili bir mevzu olduğunda bahsedilmeyi onun kadar kimse hak etmez dersem yanılmış olmam sanırım. 80’lerde çeşitli kabarelerde yan rollerde ve dansçı olarak sahneye adımı attıysa da, 1991 yılında çıkardığı “Abone” albümü ve şarkının dansıyla fenomen olup, tüm 90’lara, hatta bugüne bile imza attı. Türk popunu ilk başlatan kişi olarak da anılır. Bugün 90’lar partilerinde herkes “Abone” çıkar çıkmaz o dans pozisyonunu alıyorsa, işte bu zamansız başarıdır.


Yüksek Bel Pantolon: Ta göbek deliğinin üstüne kadar gelen, kazağın da pantolonun içine sokulduğu yıllar…



Z:


Zzzt… Erenköy: Bir tür ergen selamlaşması… tam sana uzanan eli sıkmak için elini uzatırsın, karşı tarafın “Zzzt… Erenköy” diyerek elini çekmesiyle, elinin havada kaldığıyla kalırsın…

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page