top of page
Yazarın fotoğrafıTunca TUTKUN

KASET ÇAĞINA DAİR BİRKAÇ KELAM VE SENA ŞENER

Güncelleme tarihi: 19 Oca 2023

Merhaba 4Life dergisi sakinleri,


Artık müzik ağırlıklı olarak yazılarımla burada sizlerle olacağım. Gerek albümler, gerek 90’lar (bolca), gerekse dinlediğim sanatçıları sizinle yazılar aracılığıyla paylaşırken, hayatımda müziğin önemini ve müzikle nasıl yetiştiğimin ipuçlarını bulacağınız yazılarımın ilkinde size benim için çok mühim bir meseleden bahsedeceğim: kaset çağından…


Hani şu plaklarla CD’ler arasında bir dönem fırtına gibi esip, artık birçoğunuzun evinde bulunmayan, baskısı yapılmayan ve CD’ler çıktıktan sonra bir anda gündemimizden çıkıp hiç yokmuşçasına hayatımızdan kayboluveren müzik kasetleri…




Her müzik sevdalısı 90’lar çocuğu gibi, ben de ilk müzik aşkımı kasetler sayesinde tattım. Benim için çok büyük ritüeldi, o kasetin ambalajını açmak nazikçe yerinden çıkarıp teybe yerleştirip play tuşuna bastıktan sonra sanatçının resmini ve dahi kartonetteki tüm yazıları incelemek. CD’ler o dönemde vardı ama ateş pahasıydı, bu yüzden basılı materyal olarak yegane müzik kaynağımız kasetlerdi.


CD lükstü çoğu kişi için. Benim için büyük bir tutku olan bu uğraş bugün bile sürüyor, başucumdaki walkmenimle. İnanır mısınız, spotify’ım bile yok. Çünkü müziği kartonetini elinde tutarak kasetten dinleme keyfini hiçbir dijital mecra vermiyor.


Kasetlere bugünlerde üvey evlat muamelesi yapılsa da, aslında kasetlerin bilhassa 90’larda çok büyük ehemmiyeti vardı. Bir kere bugün elimize aldığımız bir 90’lar albümünde bütün şarkıları baştan sona ezbere biliyorsak, bunda o zamanın albümlerinin ayrı bir lezzette hazırlanmış güzel şarkılar içeren albümler olması kadar, kasetlerin de payı var, zira kasetlerde sevdiğimiz şarkıya gelmek için kaseti sardırmak meseleydi, CD gibi tekrar oynatma ya da şarkı atlatma imkanı olmadığı için, ister istemez bütün albümü dinler, bütün şarkıları ezberler, beynimize kazırdık. Bu yüzden kasetlerin müzik dimağımızda önemini asla yadsıyamayız.



En büyük kabus ise teybin kasetleri sarması olurdu, bazen kurtarabilir, bazen şeridi kopartıp kurtarabildiğimiz kısmıyla yetinirdik. Şeridi uhuyla yapıştırınca kasetin o kısmındaki birkaç saniyelik eksiklik olurdu, o kadarına da takılmazdık artık. Kurşun kalemle tırtıklı çarkı çevirip bandı sarar düzeltirdik (kalemle kaset arasında ne bağlantı var sorularının cevabı da burada, bir yerde muhabbette geçer filan, işte size kıyak).


Sevdiklerimize karışık kaset doldurmayan ya da sesini teybe kaydetmeyen var mıdır benim gibi 90lar çocuklarından?


Para verip aldığım ilk aldığım kaset Zerrin Özer’in Dünya Tatlısı kasetiydi. Hala durur bende, o dönem kurtardığım kasetlerimle birlikte. O dönem 5 tane favori kasetim vardı, alındığı günü dün gibi hatırladığım... Zerrin Özer – Dünya Tatlısı ilk kasetti dediğim gibi, sene 1989, yaş 6 (Kaset 1988 çıkışlıydı). Nilüfer – Esmer Günler, Kayahan – Siyah Işıklar, Neşe Karaböcek – İşte Eyle/Deliler Gibi, Sevingül Bahadır – Kilim ve Banu – Canım Can Çekişmede şeklinde geniş bir skalada müzik zevkleri olan müziksever bir çocuktum.



Kasetler bir sanatçının prestij göstergesiydi. Bir şarkıcının kaseti çıkacağı zaman haftalarca kasetçi amcaları darlardık. Ben Sivas’ta büyüdüm ve tahmin edersiniz ki müzik market imkanlarım o zamanlar o kader geniş değildi (İstanbul’da olsam sanırım benim şu anki 1000lerce CD ve kaset arşivim 10000’i filan bulurdu heyhat). Müzik marketler çok önemliydi ve şimdiki gibi devasa kırtasiyeci dükkanlarına benzemez, gerçekten müzikle ilgili insanların güzel tavsiyeler verdiği, gerçekten müziği yönlendiren yerlerdir.


Sivas’ta bir kasetçi amca vardı aile dostu, her hafta gider ondan 10 kaset alır, bir hafta dinler, geri götürüp 10 kaset daha alırdım. Sivas’ın bozkırlarında içimdeki müzik aşkı bu şekilde yana yana yangın oldu. Ben şarkılarla yaşayan bir çocuktum, her yağmur yağdığında sokaklara koşup yağmur altında SEN AĞLAMA’yı söylerdim mesela.


CD’lerin yaygınlaşmasıyla kasetlerin hükümdarlığı bir anda sona erdi. Zira CD’ler hem yer açısından hem de istediğimiz şarkıya şık diye geçebilme imkanı nedeniyle insanların daha kolayına gelir oldu. Kaset gibi de çabuk bozulmuyordu (Hoş kasetlere güzel bakarsınız bozulmazlar, benim 70lerden kalma kasetlerim bile gürül gürül çalıyor mesela) Derken bugü CD’lerin bile esamisi okunmaz oldu.



Peki bu kadar yazıyı neden yazdım? Benim müziğe yaklaşımım kimine göre eski kafalı kimine göre tatlı nostalji olabilir. 90’larda kaset ve CD’lerimle yakaladığım o büyülü ortamı 2000’lerde çok yakalayamadım, insanlar başkalaştı, müzikler başkalaştı, müzikte basılı dönem hızla sona ererken dijital müziğin hızına yetişemez oldum. Artık şarkı ezberlemek bile mesele oldu, nakaratı aklımda kalırsa o bile başarı benim için. Gün aşırı semaya yayılan yüzlerce şarkıdan biri aklımda kalsa, bir diğerini dinlediğimde aklımdan uçup gider hale geldi. Bu yüzden 2000lerde “nuhun gemisinde tek başıma gibi inan ki, inan ki, inan kiii”


Buraya kadar ki girizgah tek bir kişi için… Ben böyle yeni çağın mutsuzluklarından mutsuzluk beğenirken, birkaç kişi birden güneş gibi doğdular ve beni karanlıktan çekip çıkardılar (Onları da teker teker burada yazacağım) Bu yazı onlardan biriyle ilgili: SENA ŞENER… Ben ona minyon diva diyorum…




Sena Şener’i ilk kez üstat müzik yazarı, eleştirmen, organizatör Tolga Akyıldız’ın artık gelenekselleşmiş %100 Açık Sahne organizasyonunda izlemiştim (Özetleyecek olursam, bu büyük müzik etkinliği sahnenin en kalburüstü büyük isimleriyle, müzik dünyasına adım atan yeni isimlerin bir sahnede bir araya gelip seslerini müzik dinleyicisine duyurmasından mütevellit şahane bir etkinlik. Burada mesela en bilinen isimlerden biri, örneğin Manga grubunun akabinde ilk teklilerini yayınlamış bir grup ya da müzisyen çıkıyor, böylece siz Manga’yı izlemeye geldiğinizde ilgiliyseniz müzikteki yeni isimleri de keşfediyorsunuz. Böyle de nefis bir misyonu var).


Sena Şener o sıralar heyecanlı daha yaşı 18 bile değildi. Kabarık kıvırcık saçları, elinde gitarıyla bir şarkı seslendirdi. O geceden kazancımdır benim Sena Şener. O sesindeki yakıcı vibrasyon, o “duyulmak için haykıran yaralı genç kız” melankolisi, yaşına rağmen olgun ve karanlık şarkı sözleri ve o kırılgan ama mağrur sahne duruşunu bugün hatırladığımda bile ürperirim. Yanımdaki arkadaşıma “bu kız acayip bir şey” dediğimi hatırlıyorum.


O geceden sonra Sena benim 2000’li yıllarda dinlemeye değer bulduğum nadir müzisyenlerden oldu, çıtasını gitgide artırdı, çeşitli müzisyenlerle yaptığı düet cover’ların yanı sıra, giderek ustalaşan şarkı yazarlığıyla 2018 yılında, 2000lerin en sevdiğim albümlerinden “İnsan Gelir İnsan Geçer” gibi bir albüme imza attı. 16 yaşında bir kız “Sevmemeliyiz” gibi bir şarkıyı yazmak için ne yaşamış olabilir diye düşündürten biri Sena. Şarkı sözlerinde hayatla derdi olan, duyulmak için haykıran bir genç kızın günlüğünü okuyoruz adeta. O şarkılarda sahicilik var, samimiyet var ve sırf “Sevmemeliyiz” bile Sena’yı benim gözümde

çağdaşlarından ayrı bir yere koyuyor. Benim için modern çağın kadın ozanlarından biri ve her konserini izlediğimde kendini sahnesini nasıl geliştirdiğini görmekten mutlu oluyorum (bir yandan da ilk izlediğimde edindiğim, bu kız muhteşem bir yere gelecek düşüncemin gerçekleşmesinden de tabi.)


Sena Şener, albüm sonrası üretimlerine devam etti. Ölsem (2019), Her An Gidebilirim (2019), Teni Tenime (2020), Kapkaranlık Her Günüm (2020), Affetmem (2020), Yine mi Yol (Cem Adrian ile) (2021), Fly Above (Mahmut Orhan ile) (2021), Benimle Yan (2021), Derinlerde Saklı (2021) teklilerinin ardından, bu yazının yazıldığı saat itibariyle yeni şarkısı “Çok Geç Kaldın”ı evrene salmış durumda.


Sena Şener gene nefis kaleminin mürekkebini akıtmış şarkıya. Çok hissetmiş ve yazmış, bunu siz de dinleyince kalbinizde bir şey titreyince fark ediyorsunuz. İlk notalar döküldüğünde insan bir durup dikkat kesiliyor. Sonra Sena’yı görüyoruz karanlık bir odada. Artık alameti farikası olan salıncakta oturup çok geç kalan sevgiliye feryat ediyor.


Şarkıda insanda içine düşüp orada kalma isteği duyduran, insanı içine çeken bir mistisizm var ve adeta bir ritüel gibi dinleniyor şarkı. Oradaki kızın hissettiklerini içinizde hissediyorsunuz o kız salıncakta çığlıklarını atarken. Sena sesinin her tonunu cesurca kullanıyor şarkıda ve dinleyeni içine alıyor.


En son Şebnem Ferah’ın ilk zamanlarında bu kadar keyif almıştım böylesi dark rock sularında bir şarkı dinlerken. Sena yeni yıla nefis bir girişle 2022’yi şimdiden sevmemi sağladı ve bir kez daha beni yanıltmayarak müzik dünyasına nefis bir şarkı hediye etti. Eminim daha çok büyüyecek adı bir kadın şarkıcı ve ozan olarak…


Yeni konular ve yeni bir isimle yeniden görüşmek üzere, siz siz olun müziksiz kalmayın.





Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page